Yalın Üretim ve Kaizen: Hipokritler

Yalın Üretimde Hipokrasi: İşçilerimizi Savunur Gözüküp Haklarını Yiyenler

‘’Devletlerin sarsılmayan temelini adalet teşkil eder.’’

-J.W. Pindare

Firmaların da… Fabrikaların da… Üretim hatlarının da…

Şubat 2015’te olumsuz değerlendirme anlamında bir gazetede çıkan haber:

‘’… fabrikasında bantlarda geçen yıl günde 1400 soba üretiliyormuş. Teknolojik yenilenme olmaksızın bu rakam 2000’e çıkmış. İşçi sayısı ise bant başına 35’ten 30’a indirilmiş. Eğer verilen hesap tutmazsa toplantılar düzenlenip ‘Neden böyle oluyor?’ diye soruluyormuş. Kimi yerde ise ‘etütlü çalışma’ denilen performans sistemi uygulanıyor…’’

Kaizen çalışmaları gerçekleştirdiğimiz ve çok başarılı sonuçlar elde ettiğimiz bir fabrikamızla ilgili gazetede çıkan bu haberde de belirtildiği üzere hiçbir yatırım yapmadan veya teknolojik yenileme yapmadan 35 kişi ile günlük 1400 adet üretilebilen üretim bantlarında 30 kişi ile 2000 adet üretilebilir duruma gelinmiş. Sözde, çalışanların hakkını savunduğunu iddia eden bu gazetenin ve bu haberi hazırlayan kişilerin aslında çalışanlara ve ülkemize nasıl zarara verdiklerini beraberce irdeleyelim.

Öncelikle bu haberdeki rakamlar doğrudur, çünkü bu rakamlara ulaşabilmek için gerçekten de ekip olarak çok uğraştık. Kişi başına üretim günlük 40 adetten 66 adete çıkmıştır, yani yüzde 65 artmıştır.

Hatta bazı tip ürünlerde kişi başına üretim iki katını bile aşmıştır.

Direkt işçiliğin ürün maliyeti içinde yaklaşık yüzde 25 olduğu bir üründe bu tasarrufun bir firmanın rekabetçiliğine ne kadar etkisi olduğunu zaten ayrıca anlatmaya gerek yok.

Tabii ki bu firmanın sahibi de daha önce bahsettiğimiz üzere bu tasarrufun bir kısmını çalışanlarla paylaştı ve daha önce genelde asgari ücret alan çalışanlar prim almaya başladılar. Bu da çalışanlarda ciddi bir refah artışı sağladı ve dolayısıyla mutluluk ve sahiplenme ile sonuçlandı. Doğal olarak işçi sirkülasyonu da ciddi oranda azaldı. Yıllar geçmesine rağmen karşılaştığımız bazı işçi arkadaşlar hâlâ bize teşekkür ediyorlar ve de bu bizi çok mutlu ediyor. O kadar kişiye ve ailelerine faydalı olmanın verdiği mutluluk ve tatmin olma duygusu çok farklı bir duygu.

Öte yandan firmanın rakabetçiliği arttığı için uluslararası alanda daha uygun fiyatlarla ürün satabilmeye başladı. Böylece daha çok sipariş aldı ve daha çok işçiye iş imkânı oluştu. Kaizen çalışmalarına başlarken 1600 olan çalışan sayısı çalışmalara birlikte 1800’e çıkmıştır.

Dolayısıyla hem firma, hem firma çalışanları hem de ülkemiz kazanmış oldu. Firma daha çok kazanç sağlayarak daha çok sermaye birikimi ortaya çıkardı, çalışan işçiler daha çok kazanmaya başladı ve işsiz olarak hayat mücadelesine devam etmeye çalışan birçok vatandaşımız da iş sahibi oldu. Ülkemize daha fazla nakit girişi oldu ve daha fazla vergi katkısı oluştu.

Her seferinde bıkmadan usanmadan vurguladığımız üzere, ülkemiz sanayisinin ve milletimizin bugün için elindeki tek silah budur ve bu silahı doğru şekilde kullanınca herkes kazanıyor.

Peki bu kadar güzel sonuçları olan sistemden bu haberleri yapanlardan başka kim rahatsız olur ki?

Onları da irdeleyelim:

Öncelikle bu artışın nasıl sağlandığını ve bunun kimleri mutsuz ettiğini anlatalım.

35 kişi çalışan bu üretim hatlarını incelediğimizde genelde asıl zor ve yıpratıcı işin 6 kişide olduğunu, orta seviye işin 18 kişide olduğunu, kolay işin yine 6 kişide olduğunu gördük ve 5 kişinin aslında nerdeyse hiç iş yapmadığını (halk diliyle, arada kaynadığını) gördük. Bu 5 kişi ayrıca ana üründe değil de ona parça hazırlığında çalıştıkları için hattın kenarlarında ana konveyörden bağımsız çalışıyorlardı ve zaman olarak çok rahat olukları için bir saat çalışıyorlarsa bir saat ortadan kaybolabiliyorlardı. Tabii bu kişilerin hat amirlerinin akrabası, köylüsü ya da yakın arkadaşı olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok, sizler zaten muhtemelen kendi çalıştığınız fabrikalardan bunu kolaylıkla tahmin edebilirsiniz.

Bu arkadaşlar arada sigara içmeye giderler, muhabbet etmeye giderler, hatta banda bazen hiç gelmezler çünkü kendi aralarında anlaşırlar ve biri diğerinin de işlerini yapar, bu esnada diğeri fabrikada bir yerde takılır. Bu arada aşırı zor işi yapan o altı kişi gerçekten de ciddi sorunlar yaşar, akşam evlerine çok daha yorgun gider ve bazen üretim sayılarını yetiştiremedikleri için negatif söylemlerle karşılaşır. Bu haberleri adalet uğruna ve onların haklarını savunmak adına yapan bu kişilere sormak isterim ki; bu mu sizin adaletiniz? Anlamanız gereken şu ki sizin iddia ettiğiniz üzere patron işçilerin sırtından geçinmiyor, aslında o beş çalışan (aslında çalışmayan) diğer çalışanların üzerinden geçiniyorlar. Asıl sizlerin emek savunuculuğu olarak bunlara dur demeniz lazım.

Peki biz ne yaptık; çok basit: Öncelikle çalışmayan beş kişiyi o hattan çıkardık ve yeni kurulan başka hatlara verdik, adapte olanlar kaldı, olamayanlar kendiliğinden ayrıldılar ve muhtemelen çalışmadan başka çalışanların üzerinden parazit gibi geçinmeye devam edecekleri başka fabrikalara geçmişlerdir.

Bu kişilerin hattan alınmış olmaları diğer çalışanları da rahatlattı çünkü siz deli gibi çalışırken yanda başkalarının çalışmadan aynı ücreti almalarının psikolojik olarak rahatsız etmeyeceği kimseyi ben henüz tanımadım.

Hat üzerinde, hepinizin bildiği elleçleme, taşıma vs. gibi gereksiz işlemleri ortadan kaldırdık. Büyük paletlerde geldiği için operatörlerin hattın başından ayrılarak bu büyük paletlerden hat kenarlarına parça alarak kaybettikleri zamanları, daha küçük paletlerle ve arabalarla besleme yaptırarak ortadan kaldırdık. Çalışma ortamlarını çok daha kolay şekilde çalışabilecekleri gibi yeniden düzenledik. Sonra da herkesin bildiği üzere hat dengelemesi yaptık. Hat içinde gün içi rotasyonları da yaparak gün sonunda herkesin eşit yüklenmiş ve eşit iş yapmış olarak fabrikadan mutlu şekilde ayrılmalarını sağladık. Söylerken ne kadar da basit ama bu işlemleri yapmak için neler çektiğimizi ancak kendileri bunu denemiş olanlar anlayabilir.

Sonuçta çalışan arkadaşlar öncesine göre çok daha az yorularak çok daha fazla iş yapar duruma geldiler. Sistem de adaletli oldu ama bildiğiniz üzere adalet her zaman birilerini rahatsız eder.

Sonrasında da firma sahibinin bu tasarrufu paylaşması sonucunda herkes hem adil bir sistem içinde çalışmış, hem daha az yorulmuş hem de daha çok kazanmış oldu.

Daha güzel hangi sistem olabilir ki?

Tabii bu sistem aynı zamanda bir standart ve disiplin de getirdi.

Sabah iş saat 07.30’da başlarken devamsızlık, planlama zafiyeti, iç lojistik problemleri gibi sebeplerden dolayı bantlar üretime 8.00-8.30 gibi ancak başlayabiliyordu. Bu çalışmalarla birlikte bu sorunlar da büyük oranda ortadan kalktığı için bantlar saat 07.35’te çalışmaya başlar duruma geldi.

Tabii bu da bazı kişileri rahatsız etti, onlar sabah gelip bir saat geç başlamayı alışkanlık haline getirmişlerdi, halbuki o bir saatin ücretini (bence haksızca) alırken hiç de rahatsız olmuyorlardı.

O dönemlerde çalışanların servise binme alanlarında bizler ve Kaizen çalışmaları aleyhinde broşür dağıtmaya başladılar.

Broşürdeki ana şikâyet konuları bantların saat 07.35’te üretime başlamasıydı.

İşte ülkemizin önündeki ana engeller bu tip insanlar.

Tabii bu iki yıl harika bir dönem geçirmesinden sonra aynı firma asgari ücret zamları ve benzeri konularda maliyetlerin artması sebebiyle yine zorlanmaya başladı ve uluslararası alanda bazı ürünlerde rekabet edememeye başladı. Bu ürünlerin üretimini maliyetlerin az olduğu ülkelere kaydırmak zorunda kaldı.

Nisan 2016’da aynı gazetede çıkan başka bir haber.

Haberden bazı satırbaşları:

‘’Firma, 5 kıtada 89 ülkeye ihracat yapıyor…Türkiye’nin en büyük 500 firması arasında yer alıyor. Fakat kendisini haklı olarak ‘dünya markası’ olarak lanse ediyor. Firmanın böyle bir dev olmasının arkasında üretimde uyguladığı ‘Kaizen’ yöntemi yatıyor. Japoncada işgücüne dayalı üretim anlamına gelen kai (değişim) ve zen’in (daha iyi) kelimelerinin birleşmesinden oluşan ve hedefi ‘sürekli iyileştirme’ olan bir sistem.

Buna rağmen işçi sayısı 1800’den 800’e düştü. Üretimin bir kısmı ucuz işgücü olan Cezayir ve Etiyopya’ya kaydırıldı…’’

Burada da bu kez firmanın daha da artan rekabetle belirli ürünlerde boğuşamadığı için Cezayir ve Etiyopyada fabrika açmasını ve üretimlerini oraya taşımasını eleştiriyor. İşte dünyadan kopukluk budur. Neden rekabet edemediğini araştırmak yerine kızıyorlar. İki yıl önceki verimlilik artışını eleştirirken sebeplerini anlamaya bile çalışmadan bu kez de taşınmayı eleştiriyorlar.

Daha komik olan ise aynı yazıda firmanın bir dünya devi olmasındaki etkenin uyguladığı Kaizen yöntemi olduğunu da belirtiyorlar. Daha önce eleştirdikleri bu sistemin firmanın dünya devi olmasında başrol oynadığını belirtiyorlar. Dedim ya, dünyadan kopuklar, dünyaya küçük bir delikten bakıyorlar.

Özetle, aslında Kaizen sistemi başta işçi arkadaşlar olmak üzere tüm çalışanların sahiplenmesi gereken bir konu, aksi durumda hepimizin işleri bu rekabet ortamında riske girecektir.

Kaizen bugün için sanayimizin tek silahıdır, hepimizin sahip çıkması gerekir.

 

Hakan Cengiz

Erasys Yönetici Ortağı